PENA-MIZRAP ARASINDA HAYAT…
Özgül, geçen yıl Rize Meslek Yüksek Okulu’nu kazanıyor. Şuurlu Öğretmenler Derneği (ÖĞ-DER) yurdunda ikamete başlıyor. Bu yıl tıkladığı yurdun kapısı duvar oluyor. Yurt yönetimi “Artık yurtsuzsun” sözlü tebliğinde bulunuyor. İçeri girme umudunun sıfırlandığı kapıda “Ahlaki davranışlarındaki bozukluğun” bedelini ödediği fısıldanıyor. Suç kabarmasının boyutları, (B!)ÖĞ-DER yöneticisi ifşa edince dudak uçuklatıp, yürek hoplatıyor. Rize Üniversitesi’nin Halk Müziği etkinliklerinde bağlama çalıyormuş Özgül. Bu yetmiyormuş gibi arada solistlik de icra ediyormuş. Daha da ileri gidip erkek arkadaşlarıyla geziyormuş. Neyse Özgül’ün başımıza taş yağdırmasına ramak kala; vatan, millet, iffet donanımı yüksek mercii baltayı indirivermiş. Yurt müdürü Esra Balta haddini aşarak eşyalarını almak isteyen bağlamacı-söyleyiciye, “burası emanethane değil, git belediye çöplüğünden al” demiş. Gözümü tırmalayan haber türbanlı bir fotoğrafla servise sunulmuş. Özgül başındaki türbanı, bağlamasına ve sesine geçirememiş. Kışı, sokakta olmasa da; yeni öğretim yılın hayırlı olsun dileklerinden uzakta yurtsuz geçirecekmiş.
Rize’ye bir kez yolum düşmüştü. Üç yıl süren muallimliğimi ve muhalifliğimi icra ettiğim kentin komşusuydu. Artvin yukarıdaydı ama benim gündüzünde ağzımda düdük, üstümde eşofman, ayağımda spor ayakkabı ile koşuşturmalarım kumsaldaydı. El-Tayyip’in eşkıya kent olarak yaftaladığı Hopa ve 8 km. berisi Arhavi’deydi. Beden Eğitimi öğretmenliğinden arta kalan zamanlarımın bir bölümünü doğal olarak zihinsel ve siyasal eğitime ayırmıştım. Solcuların açık politik yapıları dağıtılmış, tank ve asker postalıyla ezilmişti. Hayat boşluk kabul etmemişti, devrimciler de varlıklarının mütevazı bir bölümünü sanat ve kültür derneklerinde idame ettirmeye çalışmışlardı. Rize Halk Bilimleri Derneği (RİHAB-DER) ile 1986 yılındaki tanışıklığım böylesi bir buluşmaydı. Zorunlu işlerden çalabildiğim haftalarımın sonlarını RİHAB-DER’de nihayetlendiriyordum. Bu zamanın olduğu gibi, o zamanın tiranları da halk ve bilimin yan yana anılmasından fena halde rahatsızlardı. Ne zaman “Zahid bizi tan eyleme” türküsünü çay bardaklarımızın gölge düşürdüğü tepsinin etrafında söylesek, polis derneği basardı. Ve biz asla o türkünün “sayılmayız parmağ ile-tükenmeyiz kırmağ ile-taşramızdan sormağ ile-kimse bilmez ahvalimiz” sözlerine geçiş yapamazdık. Bir gün polis şefine sorduğumda öğrendim ki; Zahid’i zabit olarak duyuyorlarmış. Başa bela duyu bozukluğunu düzeltme çabalarım ise nafileye gitmişti. Öğretmen halimle, devlete zabit-zahid karışıklığını anlatma çabama dilimdeki tüyler canlı tanıktır. Bu türküyü Erkan Oğur’un yanık sesinden her dinleyişimde, kalbimin birazcık ta Rize’de atışı bundandır. Bunu 25 yıl önce Rize’de anlatabilmiş olsaydık, ya da anlamalarını sağlayabilseydik; bugün Özgül’ün kader çizgisi değişecekti. Türkü söylemek, bağlama çalmak; suç olmaktan, iffetsiz sayılmaktan çıkacaktı. Özgül yurtsuz, türkü sözsüz, bağlama tınısız kalmayacaktı mevsimin kışa durduğu dar vakitte.
Bir ara ben de Özgül gibi telli çalgıya merak salmıştım. Özgül’ün bağlamasının tellerine yurt müdürü konmuş ama benim mandolinimin tellerine kuşlar konmamıştı. Çünkü o kanatlılar telgrafın tellerinde haytalık yapıyorlardı. Bodrum Halk Eğitim Merkezi’nde, Mehmet Uslu hocamdan ilk mandolin dersini almaya ortaokulun tam orta sınıfında başlamıştım. Çabam ve hocamın çabasının bileşkesi beni “Oy bahçenize ben gelemedim” ve “Koyun gelir yata, yata” türkülerinden öteye taşıramadı. Hilmi Uran Meydanı’nın dili olsa da konuşsa! Biraz aşktan muzdarip bir tutkuydu mandolin ilgim. Bahçede beklerdim; o ne zaman narin ayakları üzerinde sek sek kursa, süzülse, kalbim gümp-gümp, ben de peşinden sızardım loş salona. Mandolini tıngırdatma sırası bana geldiğinde elim tutulur, dilim lal olurdu; aşka hudut çizemediğimden. Penanın her dokunuşu derin yaralar açardı yüreğimde. O ara bayağı dişli bir rakibim çıkmıştı. Ama ortada ciddi bir adaletsizlik vardı. Erol Taş ruhlu, mandolini benden iyi çalan arkadaşın annesi Türk Sanat Müziği söylüyor, babası ise iyi bir ud ustasıydı. Eşit olmayan bu rekabette kaybeden taraftım. Bunu anlamam için, Baraz Otel kumsalında onun imkansız aşkıma mandolinde “Do” sesinin nasıl çıktığını öğretişine denk gelmem gerekiyormuş. Başkan Kocadon, Baraz Oteli yıkarken kumsala baktım. Ne mandolin, ne de “Do” sesi vardı. Silueti denize vuran, enkaz altında kalmış bir hatıra vardı.
34 yıl arayla telli çalgıdan muzdarip iki ayrı zamanın, iki ayrı kaybedeni görünüyoruz Özgül ile. Bana pena, Özgül’e mızrap iyi gelmedi. Bizim Rize’de anlatamadığımız ve algılatamadıklarımızın üzerinden iki başbakan geçti. Daha doğrusu birisi geçti, diğeri halen geçmek bilmedi. Miadı dolan Mesut Yılmaz idi, devam eden ise El-Tayyip… Rize, “Neden Çankaya da, Ezankaya değil” sorusunun sahibi ve şeriatın ödünsüz savunucusu Şevki Yılmaz’ı hem belediye başkanı, hem de milletvekili çıkarmıştır. Hali hazırdaki Rize Belediye Başkanı Halil Bakırcı, Kürt sorununda “Kürtler 2. eşe alışıktır. Her biriniz Kürt kuma alın, hasım yerine hısım olun” dahi yane çözüm önerisiyle tarihe adını yazdırmıştır. Özgül’e az gelenin, Rize’ye niçin çok geldiğinin ip uçlarını buralarda yakalamak pekala olası. Son yerel seçimlerde Bodrum’dan Rize’ye aday transferinde bulunduk. Senarist, oyuncu, yönetmen, belgeselci, avukat Remzi Kazmaz; CHP’den belediye başkan adayı oldu. İzmir Marşı ile gidip, yüzde 3 oyla döndü Rize’den. Rize, Kazmaz’ı bile gazlamamıştı.
İlk ve son telli çalgı hocam olmasının da ötesinde, öğreten kimliği hiç eksik durmadı üzerimden Mehmet Uslu’nun… Bir yıl kadar önce yitirdiğimiz ve Bodrum kültürünü, folklorunu, türkülerini, öykülerini zamana yenik düşürmemiş yaşamın adıdır Mehmet Uslu. Mehmet hocam pek de uslu durmamış ve Köy Enstitülü olmanın gereğini yapmıştır. Hocam tarihten süzdü, araştırdı, doğruya ulaştı, yazdı ve yaşattı. Mehmet Hoca’sını “Ege Çocukları” asla unutmaz. Keşke Rize’nin de ülke yöneten başbakanları olacağına, kent yöneten reisleri olacağına, Arafat’ta yarı-çıplak nutuk atan vekilleri olacağına; Mehmet Usluları çoğalsaydı. Mızrap ta, pena da, türkü de, yürek de, beyin de, Özgül de daha özgür olurdu. Kapılar insana ve sevgiye kapanmayacağı gibi; hayat hamsi tadında lezzet sunardı iyi, güzel, doğru, aydınlık olana…
Not: Değerli hocamız Mehmet Uslu’yu ölümünün ikinci yılında, Bodrumca gazetesi olarak anacağız. Anma toplantısı 21 Ocak-Cumartesi günü saat 14.00’de Bodrum Belediye Meclis Salonunda gerçekleşecektir.